Roboskî, Ya Da Başkasının Acısına Bakmak
Cumhuriyet gazetesinin 2 Kasım 1945 tarihli ilk sayfasından bir karikatür. Gazetenin aynı günkü sayfalarında “Milli Şef” İsmet İnönü’nün 2. Dünya Savaşı sonrası Türkiye diş politikası hakkındaki “Türk topraklarından ve haklarından hiç kimseye verilecek borcumuz yoktur. Şerefle yaşayacak ve şerefle öleceğiz” sözleri manşete taşınmış. Karikatür savaş esnasında Amerika’nın Japonya’ya atom bombası atmasına gönderme yaparak, Türk devletinin ne kadar iyi olduğunu, uçağa benzetilmiş (iyi giyimli, çağdaş görünümlü, inkılapları benimsemiş!) birisinin bomba yerine sevginin şekilsel gösterimi olan kalp şeklindeki parçaları aşağıya bırakmasıyla anlatmaya çalışmış.
Bu karikatürün çizilmesinden 57 yıl sonra 28 Aralık 2011 tarihinde Qiliban’a bağlı Roboskî köyünde 17’si çocuk olmak üzere 34 Kürt köylüsü Türk savaş uçaklarından atılan bombalar tarafından öldürüldü. Hükümet te İnönü’nün dediği gibi Türk devletinin kimseye verecek borcu ve özrü olmadığına inanmış olmalı ki öldürülenlerin ailesinden özür dileyeceğine askeri yetkililere teşekkür etti. “Operasyon kazası” olan olay akşam saatlerinde olmasına rağmen merkez medya ertesi gün öğleye kadar vahim olayı görmezden geldi. Olay hakkındaki bütün bilgiler sosyal medya tarafından kamuoyuna duyurulmaya çalışıldı. Basın ilk başta öldürülenleri PKK’li diye göstermeye çalıştı, ama gerçekler ortaya çıkmaya başlayınca çark edipöldürülenlerin “kaçakçı” kimlikleri üzerinde
durmaya başladı. Birkaç gün sonra hükümete yakın TV kanallarında gösterilen
dizilerde kaçakçılar örgütle işbirliği
içindeymiş gibi
gösterilmeye çalışıldı. Olayın olmasından sonra popüler bir dizi olan
“Sakarya-Fırat”, kaçakçıları örgütle çalışan,
örgütün silahlarını katır sırtında taşıyan (bu katırlar bombardımandan geriye kalanlar
olmalı!) kişiler olarak sunmaya çalıştı. Dizinin bir sahnesinde kaçakçılar
askerlerin yanından geçtikten sonra saldırıya uğruyorlar; meğer onlar kaçakçı değil, kaçakçılar gibi
giyinen “terörist”lermiş!. Belli bir süre sonra gerçeklikle kurgu arasındaki
ayrımın geçişkenliğini dengeleyemeyen
izleyici kaçakçıları “terörist” gibi algılamaya başlar. Ve haliyle onların
ölümü hakettiği sonucuna varır. Bunun yanında aynı çizgideki gazetelerde
olaydan hemen sonra kaçakçıları örgütle işbirliği içindeymiş gibi gösteren
manşetler atmaya başlaması bu kanıyı desteklemektedir. En kaba ifadeyle
çarpıtılanın, “bombalanın” hakikat olduğunu söylenebilir.
Saldırı sonrası aynı hizaya dizilmiş 34
köylünün parçalanmış cansız bedeni gün boyu televizyonun karşısına park etmiş
olan bize eşlik etti. Ama fotoğraf ve görüntü çerçeve çizme işi olduğundan bize
sadece kadrajın ekrana sığdırabildiği ya da sığdırılmak istenen kadarı yansıtıldı. Ya
ekrana sığmayanlar? Yarım kalan hayaller ve yarım kalan bedenler. Hiçbir ekran
ölenlerin ardından kalanların acısını yansıtamaz, zaten “biz”e yansıtılan (burada ki “biz” böyle bir olaya maruz
kalmamış herkestir.) acılar “kurgusal acıdır.” Susan Sontag’ın dediği gibi
günümüz modern dünyasında başkasının acısı sadece “seyirlik manzaradır.” Başkasının
acısını gösteren görüntülerde “seyirlik görüntülerdir.”
Hiç yorum yok: