Ruh Derinliğinin dışa vurumu: Ekspresyonizm

Çığlık (Skrik) Edvard Munch, 91cm 74cm
''Çalışmak! kafayı bulmak! kafa patlatmak! çiğnemek,
yemek, tıkınmak, kökünden söküp çıkarmak!
kendinden geçiren doğum sancıları! Fırçayla dürtmek,
daha da iyisi tuvali dosdoğru delip geçmek.
Boya tüpleri üzerinde tepinmek...''
 Max Pechstein, 1920

Tarihin her döneminde, o dönemin politik özeliğine, düşünme tarzına, teknolojik gelişmelerine ve zevklerine bağlı olarak değişik sanatsal anlatım biçimleri doğar. Zevk, insan doğasının bilinmeyen yönlerinin ortaya çıkartılması kadar, toplumsal yapıyı belirleyen ve sınırları az çok belli olan yaşam koşullarına bağlı olarak biçimlenir. Kralların etkin olduğu dönemindeki sanatta, portelerde hükümdarlara yaraşır bir görünüm sergileme hevesi baskındı. Bunun yegane sebebi o dönemde etkin olan, gücü elinde bulunduran sınıfın, bir diğer anlamıyla soyluların dönemin zevkini, sanatsal biçimini yönlendirmeleridir. Krallar gücünü kaybedip yerine burjuvazi etkin olmaya başlayınca sanattaki zevk meselesi de dönüşmeye başladı. Sanatta artık ideal tip hükümdar değil, burjuvazi tiplemeleri almıştı. Kılıcın yerini artık baston ve şapka almıştı. Hâsılıkelâm tüm toplumlar belirli sanatsal anlatım biçimleri üretir. Bu sanatsal üretimler; toplumun gereksinimlerinden ve geleneklerinden doğar ve bir şekilde bunları yansıtır.
Toplumsal yapıdaki her değişim beraberinde sanatsal anlatım biçimlerini de dönüştürür. 19. yy. makinelerin hüküm sürdüğü dönemde sadece portrelerdeki yüzler değişmedi, bunun yanında sanatsal üretim şekilleri de değişime uğradı. Bu yeni teknolojik gelişmeler (litografi vb.) sanatın geçireceği evrimde çok önemli belirleyenler oldu.
Ekspresyonizm’in ve Ekspresyonistlerin etkin olmaya başlaması birazda dönemin anlayışıyla alakalı bir durumdur. Burjuvazinin, makineleşmenin ve aynı zamanda bireyselleşmenin hat safhaya çıktığı bir dönemde sanatçıların “dışarıdan edinilen bir izlenimden ziyade içerdekilerin dışavurumunun” etkin olması doğal bir sanatsal gösterimdir. Bu birazda teknolojinin sanatsal üretimi demokratik hale getirmesi ve toplumun birçok kesimine yaymasıyla da alakalıdır.
Dıştan gelen görüntüye bağlı Empresyonizm’in tam tersine, bir iç dünya görüşünün anlatımını savunan Ekspresyonizm, 1900–1935 yılları arasında sanatçılar arasında kabul görmesiyle, yirminci yüzyıl sanatının en sürekli ve en geniş kapsamlı anlayışı olmuştur. 19. yüzyılın sonlarında yeni endüstriyel yaşamın insan üzerinde bıraktığı tüm olumsuzlukları ele almak, onun ilk kez karşılaştığı yeni yaşama karşı isyanını biçimlendirmek Ekspresyonist sanatçıların temel amacı olmuştur. Bu duyguları daha güçlü yansıtabilmek için sanatçılar tasarımda denge ya da güzellik gibi geleneksel kavramlardan uzaklaşarak biçim bozma yöntemini kullanmışlardır. Ekspresyonistler geçmişteki anlatım biçimlerini bir kalemde kenara atarak kaba, haşin bir duygu ile doğa biçimlerini kırıp, parçalayan, hür, pervasız, isyankâr görünümler elde etmişlerdir.

Ekspresyonizm kendini belli edip sınırları belli bir akım olmadan ve sanatsal tarzını yaratmadan önce Van Gogh, insan duygularını harekete geçiren renklerle kendi ruhsal durumunu açığa vurması Ekspresyonist tarzdaki resimlerin ilk örneklerini oluşturuyordu. Aynı tarihlerde Edward Munch abartılmış resimler yapıp, korku, sevgi, ya da nefret gibi duyguları tuvale nakşetmiştir.

20. yüzyılla birlikte sanatın amaç olmaktan çıkarak araç olma konumuna gelmesi, yani sanatın varlık nedeninin kendisinden başka hiçbir şeyi bağlamaması gibi bir durum doğurmuştur. Küçülen dünya içinde, daha da karmaşıklaşan teknoloji ağının arasında sanatçı, hem kendini diğer insanlardan soyutlamak zorunda kalmış hem de kendi varlığını diğer insanlara göstermek ihtiyacı hissetmiştir. Bu ikilem içinde insan ve insana bağlı değerlere yeni yorumlar getirilmesi kaçınılmaz olmuş ve daha sonra Ekspresyonizm adını alacak bir ekol yaratmıştır.
20.yy başında ekspresyonist sanatçılar; çağın toplumsal gerçeklerine başkaldıran ilk tepkilerini ortaya koydular. İçinde bulundukları dünyada ortaya çıkan kentleşme ve sanayileşmenin yanı sıra, endüstri toplumunun oluşması sonucunda, duygulardan uzaklaşan insanın değişimini dikkatle izlediler ve bu mekanik ve duygusuz yaşama karşı tepki ve nefretlerini dile getirdiler. Bu değişimlerle birlikte klasik sanat yöntemlerini ortadan kaldırdılar ve toplum içinde yaşanan bunalımları bireysel duyarlılıkları açısından ele alıp, yapıtlarında yansıtmayı amaçladılar.

Ekspresyonizmde gerçekliğin yansıtmasını sırrını en iyi Platon’un gerçeklik anlayışıyla anlayabiliriz. Platon’a göre gerçeklik ‘olanı’ yansıtır. Bu olanı yansıtma en çok kendisini doğa resimlerinin bozuma uğratmadan yansıtmasında, insan tiplemelerinin olduğu gibi tuvale aktarılmasında göstermiştir. Bu gerçeklik anlayışına bir karşı çıkış olarak ortaya çıkan Ekspresyonizm olanı yansıtmanın insan ruhunun derinliğindeki gerçekliğin tam olarak gösteremeyeceğini, derinlerdeki duyguların tuvale aktarması ihtiyacının hissedilmesinden doğmuştur. Rönesans döneminde ise gerçeklik resimde ‘ideal olanı yansıtmaktadır; yani resim, sanatı yaratan temelin dışında bulunan, sanat olgusundan önce var olan bir
‘idea’yı taklit etmek, o ‘idea’yı yansıtmak durumundadır. Resmin varlık nedeni budur ve işlevi de o ‘ideayı’ hem içerik bakımından hem de biçim bakımından tıpa tıp çakışır bir şekilde insanlara iletmektir. Empresyonistler gerçek görüntüyü çizmek isterler ve bu bir şekilde bireyin dışında olan şeylerin çizimidir ve Empresyonizmin gerçeklik anlayışıdır. Ekspresyonizm de ise çizgilerin, izlenimlerin çizimi veya gerçek şekilde aktarılması gibi bir dertleri yoktur. Ekspresyonizmin yeni ve yenilikçi akımlar doğrultusunda, belli bir uğraşın temsilcisi olarak bilinen birtakım ustalıklar göstermek zorunda kalmaması, sanat da, görünen dünyayı taklit etme görevinden özgür kalmıştır ve bu bir anlamda sanatçıya özgürlük kapısından geçmeyi bahşetmiştir.

Ekspresyonizm hem sanatın temelinin bir nesne ya da üründen çok, sanat eserini yaratanın tecrübeleri ve hisleri olduğunu, hem de sanat eserinin değerinin, söz konusu yaratıcı ruhun tazeliği, bireyselliği, özgünlüğü ve içtenliği tarafından belirlendiğini öne süren bir akım olduğunu rahatlıkla belirtebiliriz. Sanatçının gerçekliğe bağlı kalmak, izleyici ya da dinleyicisinin hoşuna gitmek gibi bir sorumluluğu bulunmadığını apaçıktır. Bundan yüz yıl önce nesnenin doğasına aykırı renkleri özgürce kullanmaktan çekinmeyerek insan saçlarında yeşil, kırmızı ya da mor, yüzlerde parlak pembe renkleri rahatça kullanabilmiştir. Her ne kadar bu bir bozum olarak algılansa da bu Ekspresyonizmin temel taşıdır. Sanat bu şekilde tam ve doğru olanın ya da ideal olanın yansıtılması gibi ağır bir yükten kurtulmuştur. Her ne kadar Ekspresyonistlere gelen eleştiriler arasında sanatı güzellikten uzaklaştırdığı yönünde ise de figürlerin çirkinleştirilmesi ve bozuma uğratılması bu tarzın özünü oluşturmaktadır.

 Ekspresyonizmin destek aldığı ya da etkilendiği ya da etki ettiği en önemli kişiler arasında Sigmund Freud gelmektedir. Freud, psikiyatride "psikanaliz" adı verilen bir yöntem geliştirmesi ve buna göre, ruhsal sorunların kaynağını, hastaların bastırdıkları ve bilinçaltına ittikleri sorunlarda araması Dışavurumcuları bir noktada Freud’la birleştirmiştir. Freud’daki, insanın birçok duygularının ahlak, din, töre adına toplum tarafından kısıtlanması veya yasaklanması Ekspresyonizmde karşılık bulmuş ve bunu aşmak için yegane yol içi dünyadaki fırtınalı duyguların sanat yoluyla ifade edilmesi yolu seçilmiştir. Freud’un deyimiyle patalojik olan ‘nevrozlar’ın aşılmasın tek yolu insanın iç dünyasında biriken enerjinin aktarılmasıdır. Ekspresyonistler sanatsal olarak insan ruhunun derinliklerindeki karanlık dürtüleri, insan öznelliğiyle aktarmışlardır.

Ekspresyonizmde ruh, dış dünyadan önemlidir. Yazar kendini dış dünyadan ve kendinden bile soyutlayarak iç ruha yönelir. Ruh, realitenin verdiği maddeleri, sanatkârın duygu, irade ve kabiliyetine uygun bir şekilde işleyen, yeni idealler şeklinde yaratan faal bir kuvvettir. Buna göre yazar eseri oluşturabilmek için önce hayatı ve toplumu arzu, irade ve idealine göre değiştirir, ruhun süzgecinden geçirir ve bunları işler. Tabii ki bunu yaparken karşıt olduğu akımlar gibi maskeler takmadan her türlü alçaklığı, iğrençliği, habaseti ve rezaleti en karanlık köşelerine kadar gözler önüne serer. Ama pasif kalınmaz. Amaç, dünyayı değiştirmektir.

Bu pasif kalmama hali Ekspresyonizmi diğer akımlardan ayıran en temel özeliktir. Empresyonizm akımına karşı çıkmansın altında birazda bu gerçeklik yatar; empresyonizm, yani izlenimcilik, iç ve dış âlemi en karanlık köşelerine kadar inceleyip aydınlattığından, şiir ve edebiyattaki tasvirleri zenginleştirmiştir. Fakat insan zayıf iradesi yüzünden toplumun esiridir. Kendi kaderini tayin etmeye gücü olan karakterler ve kahraman tipleri yaratamamıştır. Bunun sebebi, insanın toplum esiri pasif bir varlık olarak düşünülmesi ve çevre ve toplumu tasvir ederken bir fotoğraf makinesi görevi görmesidir. Sanatkârlar, hayatın sunduğu konuları işleyip şekil vermemiştir. Ekspresyonizmin karşı çıktığı nokta budur. An’ın geçici izlenimlerini esas alan, gösterişli ama özden yoksun dış “yüzeyler” sunan, kendilerini besleyen toplumun şeytaniliğini gizleyen İzlenimci sanat ve edebiyata karşıdır.

İç gözlem ve dışavurum metodunda izlenmesi gereken iki belirli aşama vardır. İlk aşama, iç gözlemdir. Sanatın amacı ve görevi, sanatkârın kendi iç dünyasını gözlemektir. Dış dünyada bulamadığı mutluluğu kendi iç dünyasında arayan ve bulduklarıyla dış dünyayı değiştirmek isteyen kişidir.

Ekspresyonizm’in bir diğer önemli özeliği birçok sanatsal alanda etkin olmasıdır. Bunların arasında; görsel sanatlar, tiyatro, şiir, mimarlık ve sinema vardır. Sanat dallarının tümünde etkili olmakla kalmamış; hem sanatta hem de toplumda, yerleşik biçim ve geleneklere bir başkaldırı niteliği taşımıştır

(Sinema ve Modernizm dersi için hazırlanan ödev)

Hiç yorum yok:

Blogger tarafından desteklenmektedir.