Yunus Dişkaya: "Müzik duyduğumuz şeydir."
Röportaj isteğimizi kabul ettiği
için ve röportajın doluluğuyla bize çok bir şey söyleme zorunluluğundan
kurtardığı için ayıca minnettarız.
Röportajı ben ve Kulîlk Elîkake
birlikte yaptık.
İnternet sitesine kayıt için
seçtiğiniz nickname olan "ev sanatçısı", sizin yaptığınız çalışmaları
tanımlamaya doğru gitmektedir. Siz her ne kadar protest bir yönü olmadığını
belirtseniz de "ev sanatçısı" olma; piyasanın dışına atılma,
görünürlüğün azaltılması anlamına gelmektedir. Bu "evde olma hali" maddi
bir durumla mı bağlantılıdır?
* Muhtemelen her şeyin
bileşkesi. Bütünüyle kişisel bir tercih olduğunu söyleyemem, aksi için ufak da
olsa bir çaba harcadım sanırım. 15 yıl kadar önce, o zamanlar eli yüzü düzgün sayılabilecek
üç albüm kaydını (Hayyam, Cegerxwîn'in o zamanlar kaydedilen parçalarından ve
bir de sözlerini benim yazdığım parçalardan oluşan iki karma albüm) Kalan Müzik'e
götürmüştüm, beni telefonla arayıp kendilerine göre şeyler olmadığını
söylemişlerdi. Böylelikle bu alandaki çabam da bitmiş oldu.
Elbette maddi
zorunlulukların da etkisi büyüktür ama temel olarak kişiliğimin dayattığı bir
hal bu. Sahne almayan, çalıp söylemeyen birinin "müzisyen" olması,
görünür olmak istemeyen birinin piyasanın dışına itilmesi biraz zordur. Halen
kendimi müzisyen olarak görmekte zorlanırım. Ama en azından yıllarca başıma
musallat olan, "acaba ben bu işi yapabiliyor muyum?" hissinden,
kendime kendimi kandırmadığımı kanıtlama uğraşından kurtuldum. Artık en azından
özgüven diyebileceğim bir şeye sahibim.
Akademisyen kimliğiniz ve çevirmen
kimliğiniz var ve bilmediğimiz başka kimliklere sahipsiniz. Tabi aynı zamanda
müzisyen kimliğiniz de var. Bütün bu kimlik ve roller birbiriyle nasıl
ilişkili, bir parçalanmışlık mı yoksa tam tersine birbirini tamamlıyor mu?
* Akademiden 2004
yılında istifa ettim. Sanırım o kimlikten geriye bir nahoş seda dışında bir şey
kalmadı. Çeviriye de bir süredir ara verdim. Ülkenin geçirdiği dönüşüm ve benim
kişisel takıntılarım yüzünden bir kaç senedir bir aciliyet duygusuyla
yaşıyorum. Birikenleri bitiremeden bir şekilde ya ölecek ya da müzik yapamayacak
duruma gelecekmişim gibi bir his. O yüzden pek çok şeye ara verdim. Uyanık
zamanımın neredeyse tamamı kayıtlarla geçiyor. Bir kimlik çatışması,
varoluş sancısı yaşayacak vaktim olmuyor maalesef. Şu anda hayatımın en gayeli
dönemini yaşıyorum sanırım.
Bu durumun yaptığım
müzik üzerinde olumlu bir etkisi olmuyor elbette.
Sanırım 2017 senesi
içinde 7/8 albüm kaydettim. Bu denli aralıksız kayıt yaptığınızda parçalara
hakkettikleri bireyselliği ne kadar kazandırabileceğiniz şüpheli. Ne yaptığımı
anlamam ve yaptıklarımı tartabilmem için üzerlerinden bir kaç sene geçmesi
gerekecek.
Günümüzde müzisyenler için büyük
prodüksiyonlarla çalışmak, reklamlar için çok para harcamak
"profesyonellik" olarak adlandırılmaktadır, hakeza bunu hayatımızın
ve deneyimlerimizin diğer bütün alanlarında da görmekteyiz. Sizin de içinde
bulunduğunuz grup "amatör" diye adlandırılmakta. Müziği belirleyen
şey üretim şekli midir? Sizin için amatör yada profesyonel müzik yapma ne
anlama gelmektedir?
* Oldukça karışık bir konu
bu. Bu tabirlerin tek başına ifade ettikleri bir değer yok benim açımdan.
Profesyonel alanda çok kötü işler mevcut. Bazı profesyonel müzikler insanda
bayramlıklarla yolda yürürken bir şeye basmışsınız gibi bir his uyandırabiliyor.
İstisnaları saymazsak,
Türkiye'de üretilen müziğin büyük bir bölümü benim açımdan amatör
kategoridedir. Müziğe profesyonelliğin katması gereken şey sadece iyi
müzisyenler, enstrümanlar, orkestrasyonlar vs. değil duyum ya da
"sound"dur. Müzik duyduğunuz
şeydir. 80 öncesi albümlerde Türkiye ve Batı müziği arasında bu tür bir uçurum
yok hatta o dönemin Anadolu Rock müziği bu ve başka açılardan daha iyi bile
sayılır. Ülke her alanda olduğu gibi müzikte de çoraklaştı. İyi işler yapmaya
çalışanlar da maalesef bir tür mahrumiyetin ya da kolaycılığın kurbanı oluyor.
Hatta yurt dışında çıkardığı işlerle ünlenmiş biri, gelip Türkiye'de de albüm
çıkardığında bambaşka bir kategoriye dalabiliyor...
Müzik, ayrıca, pahalı
bir sanattır. Diğer sanatların çoğundan bu açıdan farklıdır. Bir yazarın kendi
en iyi eserine ulaşmak için bir daktilo veya bilgisayar dışında bir şeye
ihtiyacı yoktur. Yazarın "iyi" bulduğu kelimeler pahalı değildir.
Resim, heykel vb. yazıya göre daha masraflıdır ama müzik gibi her biri ayrı
uzmanlık alanı olan ve masraf gerektiren devasa bir yaratım bandından
geçmezler. Müziğe dair neredeyse her şey pahalıdır; kullandığınız enstrümandan
oturduğunuz koltuğa, mikrofondan preamfiye, amfiye, kabloya, odanın yalıtımına,
kayıt programlarına, kayıt bilgisine, enstrüman hakimiyetine, miks master
bilgisine vs. ve müzik bu yüzlerce faktörün bileşimiyle ortaya çıkar. Ve
bunların hepsi, normalde, parayla ulaşılabilen şeylerdir. Amatör müzisyenin
istediği müziği yapması aslında olanaksızdır. Bir kişi müzik üretim sürecinin
tamamına ait bilgilere hakim olsa dahi, ki bunlar ses ve müzik teknolojilerine
dair kürsüsü olan alanlar, aynı zamanda fiziki donanıma ve enstrüman
yetkinliğine de sahip olmadıkça istediği müziği yapamaz. Sesi çıkaran, onu
kaydeden ve o kaydı tekrar biçimlendiren her şey müziği şekillendirir.
Benim de yaptığım
müziği o sırada sahip olduğum ekipman belirliyor büyük ölçüde. Yakın
aralıklarla kaydettiğim albümler benzer sounda sahiptir o yüzden.
Tabi bunlardan
bahsederken şunu belirtmem gerekiyor. İlk kayıtlarımın tamamı o zamanlar 15
liraya aldığım bir Phillips marka masa üstü mikrofonla kaydedildi. Şu anda da
sahip olduğum kayıt ekipmanının toplam ederi muhtemelen tek bir profesyonel
mikrofon fiyatına karşılık gelmez. Dolayısıyla bu konular hakkında konuşurken
biraz "Alice harikalar diyarında" tadında bir mesafelilik ile
yapıyorum. İnsanların hayatlarındaki yoksunlardan bir yoksunluk kültü
yaratmalarını doğru bulmuyorum. Herkes benimki gibi bir nedenle piyasa dışında
durmuyor. İnsanların müzikle geçinebilmeleri gerek ve bunun için de
"profesyonel" olmaları gerek. İnsanlar sevdikleri "amatör"
müzisyenlerin profesyonel albüm çıkarmasını istemiyorlar genellikle. Müzik,
edebiyat oldukça kişisel alanlar olduğundan sevdikleri müzisyen ve yazarlardan
da eşi ve dostundan beklediklerini bekliyorlar. Bu politik ve etik tavırlar
açısından doğru olsa da, ki bu da bazen kolay çözülemeyecek bir içerikle baş başa
bırakır, müzisyenlerin müzik yapmasını zorlaştıran bir sonuca sahip.
Yozlaşmaya, kire pasa bulaşmalarını istemezsiniz ama çoğunlukla bu istek bir
tür dayatmaya dönüşür ve o insanlardan sahip olmadığınız bir cesareti ve bedel
ödemeyi daim kılmalarını beklersiniz. Bunun en iyi örneği Siya Siyabend grubu
sanırım. Sevenleri, onların sisteme başkaldıran köprü altı çocukları gibi bir
şey olarak kalmasını istediler ve öyle de oldu.
Müziği meslek olarak
yapıyor olsaydım bir kaç sene içinde bırakmış olurdum. Ancak bu tercihin
içerdiği yoksunluklara övgüler düzecek de değilim. Tek başına her şeyi yapmak
belli bir süre sonra kendi sınırlarınızdan bıkmanıza neden oluyor. En azından
iyi bir mix/mastering geçirmelerini isterdim albümlerin.
“Yunus Dişkaya benim bir sırrım
gibiydi, kimseye söylemek istemiyor(d)um ve kimseyle paylaşmıyor(d)um.
Twitterda az takipçisi olması benim hoşuma gidiyor.” Bu sözler bir arkadaşıma
ait. Dinleyici kitlenizin profili hakkında bir bilgiye sahip misiniz? Dinleyicilerinizden
size yönelik nasıl tepkiler gelmekte ve bunlar sizin çalışmalarınızı nasıl
etkilemektedir?
* Açıkçası bu konuda
pek bir fikrim yok. Kısa bir süre önce bir Twitter ve Youtube hesabı açtım, o
zamana değin dinleyicinin tepki verebileceği mecralarda pek bulunmadım zaten.
Youtube hesabını Soundcloud'a alternatif bir arşiv olsun diye açtım ama Twitter'ı
ne diye açtım bilmiyorum. İnsanların benimle ilgilenmesini hiç istemiyorum
açıkçası. İnsanlarla muhatap kaldığımda kendime bir biçim vermek zorunda
kalıyorum ve insanların tepkilerine de kayıtsız kalamıyorum. Ömrünün büyük bir
kısmını bir odada geçiren biri için pek maceralı işler bunlar.
Tepki veren de pek
olmadı zaten. Bir kişi tepki vermenin ötesine geçip tanışmak istedi, artık
Kürtçe konusunda takıldığım yerleri ona danışıyorum. O, onun yoldaşı ve eşim
dışında çevremde beni dinlemekten hoşlanan başka kimseyi tanımıyorum. Yaptıklarımı
etkileyebilecekleri bir durum oluşmadı doğal olarak.
Yazıyor musunuz? Seslendirdiğiniz
eserleri düşününce aklımıza sizinde yazma ihtimalinizin olduğu geliyor.
* Üniversite
yıllarında şiire heves ettim, zamanla ciddi bir düzeye de ulaştım sayılır ama
bazı kişisel sebeplerle, özel olarak yazı, genel olarak da dil ile bağım koptu.
Sonraları, "madem müzik yapacaksın bari şarkı sözü yazmaya çalış"
diyerek bir kaç müziğe söz yazmaya çalıştım. Sanırım toplam dört beş tane böyle
parça yaptım. En sonuncuları "Dara" ve "Gülmek Bazen"di.
Şarkı sözü yazmayı da kendime yakıştıramadım, o da öylece kaldı. Bunların ve
ilk bestelerimi içeren "Tez Gele" ve "Halilim" dışındaki
tüm sözleri bana ait parçalar o dönemde yazdığım şiirlerden oluşuyor. Yani
yaklaşık 15/20 yıl önce yazılan şeyler. Yaptığım bestelerin de çoğunluğu o
dönemden kalma. Sözleri bana ait bestelerle aram iyi değildir, onların kaydını
bir yükümlülük gibi yerine getiririm, dinlemekten de pek hoşlanmam. Başka
şairleri belki de sırf onları kaydetmekten kurtulmak için bestelemeye
çalışıyorumdur. Neyse ki bir kaç albüm dışında bir şey kalmadı.
Kürtçe bestelediğiniz eserler Kürt
şairlerin eserleri. Kürt şiirini ve genel olarak Kürt edebiyatını takip ediyor
musunuz? Takip ediyorsanız nasıl görüyorsunuz?
* İstanbul'a
üniversite için geldikten sonra Kürtçe ile temasım tamamen koptu. Sahip olduğum
Kürtçe de epey sıkıntılı bir ara dildi zaten. Bir süredir vakit buldukça
geliştirmeye çalışıyorum ama edebiyatı hakkında konuşabilmekten çok uzağım
açıkçası.
Cegerxwîn, Kamiran Elî Bedirxan ve
günümüz şairi Arjen Arî'den şiirler seslendiriyorsunuz. Bu şairleri neye göre
seçiyorsunuz, ileride başka seslendirmeyi düşündüğünüz Kürt şair var mı?
* Yazarlar,
müzisyenler hakkında bilgi edinmekten genellikle kaçınırım. Çoğunlukla bende
olumsuz bir etkisi olur. Leonard Cohen'in Siyonist, Knut Hamsun'un, Heiddeger'in
vb Faşist hallerinden haberdar olmak okuma ve dinleme süreçlerini olumlu
etkilemiyor. O yüzden genellikle okuduğum bir şeyi yazarına dair bir ön bilgi ile seçmem, bir yazıda
veya konuşmada adı geçer, ben de merak edip alırım. Bir plan dahilinde yaptığım
bir şey değildir; ne okuma ne de besteleme. Arjen Arî'nin kitabını, yıllar önce
hakkında hiç bir şey bilmeden sırf Kürtçe diye almıştım ama anlayabilecek ve
temposunu hissedebilecek durumda değildim açıkçası. Anlamak derken de şiir
yorumlamaktan değil, Kürtçeyi anlamaktan bahsediyorum. Cegerxwîn ise nispeten
daha anlaşılır gelmişti ve dörtlükler çoğunlukta olduğu için de tempo
algılamada sorun yaşamadım. O yüzden Cegerxwîn bestelerinin çoğu eskidir.
Besteleyeceğim
şairlerle ilgili olarak, şiirlerini sevmek ve kendilerinden tiksinmemek dışında
bir kriterim yok. Dolayısıyla bir şairi bestelemeye karar verdiğimde onu kişi
olarak tanımıyorsam, normalde yapmadığımı yapıp hakkında bilgi ediniyorum.
Yanlışlıkla bir İsmet Özel, ya da, şiir yazıyor mu bilmiyorum, bir Muhsin Kızılkaya
albümü yapmış olmayı istemem doğrusu, bunu varoluşa karşı suç sayarım.
Kürtçe müzik yapmak
ise, müzikal ve estetik tarafı bir yana bırakılabilirse, temel olarak halen
Ahmet Kaya'nın çatal kaşık yağmuruna tutulmasına sebep olan "Kürt asıllı
olduğum için Kürtçe bir şarkı yapıyorum...." diye gezinen sözlerindeki
heyecan ve gerilimin ve karşılaştığı tepkideki vandal sığlığın bütünleştiği bir
uğraş.
İleride ne olur
bilemiyorum. Bir "beste" planım yok. Tek tek şairlere adanmış
albümler yapmak gibi bir hedefim yoktu ama genellikle hep en az bir albüme
yetecek kadar beste çıkıyor. Farklı şairlerin şiirlerinden mürekkep bir albüm
de var, kaydedilmeyi bekleyen.
Güzel bir ruha sahip, imgelemle
dolu olan bir metinden doğan ve güçlü bir müzikle kaynaşan eserler büyüleyici
olabilmektedir. Size göre metni sağlam olmayan bir şarkı kalıcı olabilir mi? Bir
çalışma sadece müziğiyle ya da sadece sözleriyle kalıcı olabilir mi?
* Bu tür sorulara
cevap vermek oldukça zor benim için. Kafamda bir müzik tanımı varmış gibi
davranmam gerekiyor ama yok. Somut parçalar dışında müzik hakkında genellemeler
yaparak konuşmak bana anlamsız geliyor, çünkü söylediğim her cümleyi yalanlayacak
bir parça olabileceğini biliyorum. Yine de bir cevap vermem gerekirse şunları
söyleyebilirim:
Müzik sözlü olmak
zorunda değildir. Söz müziğe içkin bir şey değildir. Anlamadığınız bir dilde ya
da sözsüz müzik dinlemez misiniz? Sözün varlığını gereksinen şey insan sesidir.
Yani insan sesini bir enstrüman olarak kullanmak isteyip istemediğinize bağlı
bir durum. Bunu da sorgulatacak Gevende gibi gruplar var, sadece kendilerinin
bildiği bir dilde şarkı söyleyen. Sözsüz pek çok muhteşem eser var her kategoride.
Ama müzikte söz olacaksa bunun ortada müzik olmadığında da bir değer
taşıyabilmesi ve ayrıca sizi müziğe yabancılaştırmaması gerek. Şiir bestelemek
bu anlamda bir avantajdır ama risklidir, çünkü çoğunlukla şiirin kudretine
yaslanıp müzikte kolaya kaçılabiliyor. Sözü
çıkardığınızda ortada dinlemeye değer bir şey kalmalı. Bunu söylerken elbette
çoğu durumda sözü müzikten müziği de sözden ayırmanın pek kolay bir iş
olmadığını belirteyim. Leonard Cohen müziği genel olarak böyle bir şey.
Seslendirdiğiniz parçaların çoğu
(Kürtçe olanlar) bilinen şairlerin şiirlerinden oluşmakta. Şiirle şarkının
birçok ortak noktası var; ritim melodi, ezgi gibi, hatta uyak ölçü gibi. Bu
kadar benzerlik ve yakınlıkla birlikte siz de şiirleri şarkılaştırıyorsunuz.
Size göre şiir ve şarkı arasında ne gibi bağlantılar vardır?
* Benim açımdan müzik
öncelikle melodidir. Diğer her şey onun etrafında biçimlenir. Söz, müzikte
içeriği ile var olmaz, sedası ile olur. Bir solo enstrümandan ötesi değildir.
Solo enstrümandan beklentim ne ise sözden de odur. Kulağımı tırmalayan
enstrüman soloları veya tınıları olduğu gibi sözler de vardır. Müzikte sözün
içeriğini dinlemem, daha doğrusu bir kitapta şiiri okurkenki gibi bir
yorumlamayla dinlemem. Belleğimde kendi yaptıklarım dahil hiç bir parçanın sözü
yoktur. Söz kendini müziğin dışına çıkararak hissettiriyorsa o parçada bir
sorun vardır. Leonard Cohen, Tom Waits, Nick Cave gibi müzisyenlerin sözlerini
bile dinlemediğimi belirtirsem ne demek istediğim anlaşılır sanırım. Sözel bir
ihtiyaç duyduğumda kitap okurum müzik dinlemem.
Seslendirdiğiniz eserlerin çoğu
şiir olduğundan dolayı bu soru. Sizin çalışmalarınız hakkında, öyle
düşündüğümüzden dolayı değil ama şayet bir şiir seslendirdiğinizde güçlü ve
zengin bir melodiye sahip değilseniz yaptığınız iş şiire arka fon müziği
hazırlamak gibi bir şeye dönüşüyor. Bu durum hakkında ne düşünüyorsunuz, hiç
öyle bir kaygıya kapıldınız mı?
* Elbette. Şu hayatta
ne kadar kaygı varsa hepsine kapıldım ama müzikte kaygılandığım tek şey
bilmeden ve fark etmeden başkalarının eserlerini kullanmış olmaktır. Bu kaygı
bazen alternatif besteler yapamamama neden oluyor. Buna dair de tek avuntum
yaptığım şeyin bir kazanç değil masraf kapısı olmasıdır. Ben müziği her anlamda
hayatımdan kısarak yapıyorum. Böyle bir durum olduğunda da ortada bandrollü bir
albüm olmadığı için söz konusu parçayı rahatlıkla ortadan kaldırabilir ya da
mümkünse alternatif bir beste ile değiştirebilirim.
Sorunuza gelince, daha
önceki sorularda büyük ölçüde cevaplamış oldum bunu. Dediğim gibi söz, olumlu
ya da olumsuz anlamda, müziğin dışına taşıp ondan bağımsız bir duyum
yaratıyorsa o parçada sorun vardır.
2016 yılında Nobel Edebiyat Ödülü “Amerikan
şarkı geleneğine yeni ve şiirsel bir ifade tarzı getirdiği” için Bob Dylan’a
verildi. Kişisel olarak tarzınızı her ne kadar bazı şarkılarınızın sözlerini
yazmasanız da Singer-songwriterlara (şarkıcı şarkı yazarı) benzetmekteyim. Sizin
tarzını beğendiğiniz ya da kendinize yakın gördüğünüz müzik türleri neler ve
sanatçılar kimlerdir?
* Soundcloud sitesine
yükleme yaparken benim de seçtiğim seçenek "Folk, Singer Songwriter"
gibi bir kategori idi.
Bu sorunun cevabı çok
uzun bir liste gerektirir ama çok özel bir yeri olanlar kısaca şunlar: Ahmet
Kaya, Ciwan Haco, Mahzuni Şerif, Edip Akbayram, Aram Tigran, Zülfü Livaneli, Tom
Waits, Jacques Brell, Malicorne, Deep Purple, Pink Floyd... Tüm halk ezgileri.
"Evden" çıkıp konser,
etkinlik gibi "dışarıda" olmayı zorunlu kılan herhangi bir şey
yapmayı düşünüyor musunuz?
* Düşünmüyorum.
Ben Kimim?1978 yılında Adıyaman’ın (Semsûr) Kahta (Kolik) ilçesinde doğdum. Mezun olmasam da ortaöğretim ve liseyi İmam Hatip’te okudum. 1996’da, sırf binası İstanbul’da oturan abime yakın diye, İ.Ü İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünü kazandım ve İstanbul’a geldim. İstanbul’daki hayatımın neredeyse tamamı Ayvansaray, Balat civarında geçti. Şu an İzmir’de yaşıyorum.Mezun olduktan sonra, İ.Ü Hasan Ali Yücel Eğitim Fakültesi İngilizce öğretmenliği bölümünde yaklaşık dört buçuk yıl çalıştım. Burada dil, dilbilim ve edebiyat kapsamındaki bazı derslere girdim. 2002 yılında Kars Sarıkamış’ta yedi buçuk ay askerlik yaptım. 2004 yılı ortalarında, hem askerliğin üstümde yarattığı tahribat, hem bazı kişisel nedenler ve bulunduğum bölümdeki bazı sıkıntılar dolayısıyla hem de insanlara bir şeyler “öğretme”ye çalışmanın bana uygun olmadığını düşündüğümden, istifa ettim. Müzik dışında sadece çeviri yaptım, ki son iki üç senedir onu da asgariye düşürdüm.
İbrahim Bulak'ın Yeni Özgür Politika için yaptığı röportajdan alınmıştır: Piyasa dışı bir orkestra: Yunus Dişkaya https://hafizacoplugu.wordpress.com/2017/11/15/piyasa-disi-bir-orkestra-yunus-diskaya/
Yunus Dişkaya'yı dinlemek için: https://soundcloud.com/search?q=yunus%20di%C5%9Fkaya
Yunus Dişkaya Youtube kanalı için: https://www.youtube.com/channel/UCR608j1uN0jQrY21O-Jrphw/videos
Yunus Dişkaya'yı dinlemek için: https://soundcloud.com/search?q=yunus%20di%C5%9Fkaya
Yunus Dişkaya Youtube kanalı için: https://www.youtube.com/channel/UCR608j1uN0jQrY21O-Jrphw/videos
Yunus Dişkaya: "Müzik duyduğumuz şeydir."
Reviewed by xewname
on
Aralık 31, 2017
Rating: 5